Tarih

Atatürk'ün Eğitim Anlayışı ve Öğretmenlere Verdiği Önem

5/5 - (1 Beğeni)

11
Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı en büyük sorunlardan biri eğitimsizliktir. Yüzyıllardır imparatorluğu içten içe çürüten cehalet ve geri kalmışlık sonunda 623 yıllık bir devletin çöküşüne neden olmuştur. Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde geleceği görebilen basiret sahibi, genç, eğitimli sultanların yönetiminde bilim ve teknikte Avrupa’dan gelişmiş olan devlet, 17. yüzyıl sonrasında adeta bilime, eğitime kapılarını kapatmış, kendini cehaletin karanlığına gömmüştür.
Osmanlı’nın eğitimde ve bilimde gelişmiş düzeye sahipken nasıl geri kaldığı üzerinde uzun uzun tartışılması gereken bir konudur. Bu durumun birçok nedeni vardır ama en önemli nedenlerden biri Avrupa’daki Rönesans, reform ve coğrafi keşifler döneminin Osmanlı’nın en güçlü olduğu döneme denk gelmesidir. Siyasi ve askeri gücüne güvenen devlet, dünyanın uzak diyarlarındaki keşiflere fazla önem vermemiş, Avrupa’daki aydınlanma çağını tam olarak kavrayamamıştır. Sonrasında ekonomideki bozulma ve çocuk yaşta tahta geçen padişahların yönetimindeki siyasi çalkantılar imparatorluğu yavaş yavaş çöküşe doğru çekmiştir.
1918 yılında devlet fiilen son bulduğunda ülkenin içinde bulunduğu durum içler acısıdır. Ülke genelinde okuma yazma oranı erkeklerde %3-5 arasında, kadınlarda ise binde 8 dir. Bu okumuş sınıfın da büyük çoğunluğu İstanbul, İzmir, Selanik gibi büyük şehirlerde yaşamaktadır. Anadolu köylerinde ise okuma yazma bilen neredeyse hiç yoktur. Kurtuluş savaşı işte bu okuma yazma bilmeyen, imparatorluğun unuttuğu köylülerle kazanılmıştır.
Türk milleti için en büyük şans, ülkenin felaketi yaşadığı bir dönemde Mustafa Kemal gibi bir lidere sahip olmasıdır. Yüksek askeri dehası ve becerisiyle dibe vurmuş bir milleti ayağa kaldırarak kurtuluş savaşını kazanmıştır. Ancak bu zafer Mustafa Kemal için sadece bir başlangıçtır. Kendi deyimiyle gerçek zafer cehalete karşı kazanılması gereken savaştır. Çünkü gerek okul yıllarında gerekse askeri hayatı boyunca görev yaptığı yerlerde milletin cehaletini yakından görmüş ve o yıllarda milletin sağlam bir milli eğitimle cahillikten kurtarılması için planlar yapmıştır.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in ilanından yıllar öncesinde milletin eğitimsizliği üzerinde kafa yormasının nedeni sadece üstün zeka sahibi olması değildir. Onu yaşadığı dönemde diğer insanlardan ayıran en önemli nedenlerden biri aldığı eğitimdir. İlkokula başladığı Şemsi Efendi mektebinden, Harp akademisinden mezun olana kadar batı tarzında eğitim görmüş, o günün koşullarında imparatorluğun en seçkin kurumlarının başında gelen Harbiye’de eğitim görmüştür.
Tahsil hayatında gördüğü batı tarzındaki eğitimi, üstün zekasıyla birleştiren Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştireceği devrimleri çok önceden planlamıştır. Örneğin Çanakkale savaşının en çetin ve ateşli günlerinde latin alfabesi hakkında araştırmalar yapmış, Fransız Türkolog Deny ve Macar Türkolog Nemeth’in gramerlerini incelemiştir. Mustafa Kemal bu incelemeleri yaptığında harf devrimine daha 13 yıl vardır.
Mustafa Kemal’in eğitim konusundaki düşünceleri ve planları işgal yıllarında da devam etmiştir. Samsun’a ayak bastığı günlerde bile “insanlarımızı Batı medenîsi yapmadıkça istiklal Savaşı bitmeyecektir” diyerek eğitim sorununa ne kadar önem verdiğini ifade etmiştir.
Sivas kongresinin düzenlendiği günlerde Amerikalı Gazeteci Mr. Brown’a söylediği şu sözler hem eğitime verdiği önemi, hem de gelecek planlarını net şekilde yansıtmaktadır:
“Türk halkı iyi bir eğitim görmeli ve iyi bir hükümete sahip olmalıdır. Eğitim okul demektir. Türk köylüsünün pek azı okur yazardır. Ama bu köylüler yeniliklere isteklidir, çocuklarının iyi bir eğitim almasını ve Müslümanlığın değerleri ile donatılmasını ister.” ( Howard E. Wilson ve Dr. İlhan Başgöz, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk, Ajans Türk Matbaası, Ankara 1968, s. 235)
27681_13
Mustafa Kemal’in Amerikalı gazeteciye söylediği bu sözler gençlik yıllarından beri aklında olan düşüncelerin ifadesidir. Memleketin her köşesi işgal altındayken Türk milletinin eğitimsizliğine dikkat çekmiş ve eğitim olmadan sağlam bir geleceğin kurulamayacağını söylemiştir.
İşgal yıllarının başından beri eğitim sorununa önem veren Mustafa Kemal, savaşın en buhranlı günlerinde 15- 21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da 1. Maarif kongresini düzenlemiştir. Kongrenin yapıldığı günler kurtuluş savaşının belki de en zor dönemidir. Yunan ordusu Eskişehir’e kadar gelmiş, TBMM de meclisin Kayseri’ye taşınması tartışılmaya başlanmıştır. Böyle bir dönemde Maarif kongresinin düzenlenmesi tarihte birçok liderin düşünüp cesaret edemeyeceği bir şeydir. Bu da Mustafa Kemal’in hem eğitime ne kadar önem verdiğini, hem de kurtuluş savaşını kazanacağından ne kadar emin olduğunu göstermektedir.
Mustafa Kemal’in Maarif kongresinin açılışında yaptığı konuşma o günün koşulları göz önünde bulundurulduğunda hayret vericidir. Düşünün!.. Ülke işgal altında, insanların çoğu umutsuz ancak o Anadolu’nun ortasında bir eğitim kongresi düzenleyerek geleceğin temellerini atmıştır. Atatürk açılış konuşmasında eğitim hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir :
“… Gerçi bugün maddî, manevî ve menâbi-i kuvvamızı (kuvvet kaynaklarımız), hudud-ı milliyemiz dahilindeki memleketlerimizde müstevli (istilacı) bulunan düşmanlara karşı isti’mal etmek (kullanmak) mecburiyetindeyiz, İrfan-i memleket için tahsis edilebilen şey müstakbel maarifimize mâbihilistinad (dayanmaya vesile) olacak bir temel kurmaya kâfi değildir. Ancak vâsi ve kâfi şerait ve vesâite mâlik oluncaya kadar geçecek eyyâm-ı cidalde (mücadele günlerinde) dahi kemâl-i dikkat ve itina ile işlenip çizilmiş bir millî terbiye programı vücude getirmeye ve mevcut maarif teşkilâtımızı bugünden müsmir (sonuç veren) bir faaliyetle çalıştıracak esasları ihzar etmeye hasr-ı mesaî eylemeliyiz…” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 19)
1
Atatürk,  milli eğitimin niteliklerinin nasıl olması gerektiğini açıkladıktan sonra öğretmenlere şöyle seslenmiştir:
“… Milletimizi yetiştirmek gibi mukaddes bir vazifeyi deruhde eden heyet-i mübeccelenizin (yüce heyetinizin) bugünün vaziyetini nazar-ı itibara alacağından ve her müşkülü iktihâm (göğüs germe) ile bu yolda gayet metinâne yürüyeceğinden şüphem yoktur. Vazifeniz pek mühim ve hayatîdir. Bunda muvaffak olmanızı Cenab-ı Haktan temenni ederim.” (Azmi Süslü, Atatürk ve Gençlik, Ankara 1986, s. 10)
Savaşın en buhranlı günlerinde Ankara’da toplanan maarif kongresi, Cumhuriyet dönemindeki eğitim devriminin ilk ilanı niteliğindedir. Bir milletin var oluş savaşı sırasında Atatürk’ün öğretmenlere verdiği değer onun eğitime herkesten farklı yaklaştığını göstermektedir. Atatürk için eğitim- öğretim sıradan bir maarif politikası değildir. En az kurtuluş savaşı kadar önemli, hatta kurtuluş savaşından daha önemli bir konudur. Bu yüzden kurtuluş savaşı yıllarından vefatına kadar eğitim konusuna Sakarya Savaşını yönetirmiş gibi bir komutan ciddiyetiyle yaklaşmış, öğretmenleri de Cumhuriyet’in silahsız ordusu olarak adlandırmıştır.
Atatürk’ün kurtuluş savaşı yıllarında eğitim hakkında öğretmenlerle yaptığı diğer konuşmalardan biri 27 Ekim 1922 tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya gelen öğretmenlerle Bursa Şark tiyatrosunda yaptığı toplantıdır. Kendisini ziyarete gelen öğretmenleri saygıyla karşıladıktan sonra tarihte çok az insanın göstereceği bir mütevazilikle şunları söylemiştir:
”İsterdim ki çocuk olayım ve sizin ışık saçan eğitim katınızda bulunayım. Sizden ders alayım, siz beni yetiştiresiniz. O zaman milletim için, daha yararlı olurdum; fakat ne yazık ki gerçekleştirilemeyecek bir dilek karşısında bulunuyoruz. Bu dileğin yerine başka bir istekte bulunacağım: Bugünün çocuklarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete yararlı bireyler yapınız… (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 42)
ataturkun-egitime-verdigi-onem
Bu cümleleri söyleyen kişi 1,5 ay önce Yunan ordusunu İzmir’de denize dökerek emperyalizmi dize getiren, dünyanın saygı duyduğu, yabancı gazetecilerin röportaj yapmak için sıraya girdiği muzaffer bir komutandır. Ancak onun için kendisinin kazandığı zafer, öğretmenlerin cehalete karşı kazanacağı zaferin yanında hiçbir şeydir.
Atatürk konuşmasının devamında eğitim yuvası okulların bir milletin geleceği için ne kadar önemli olduğunu şöyle açıklamıştır:
”Okul, genç beyinlere, insanlığa saygıyı, ulus ve yurt sevgisini, bağımsızlık onurunu öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düşünce, onu kurtarmak için tutulması uygun olan en doğru yolu belletir. Yurt ve ulusu kurtarmaya çalışanların ayrıca, işlerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları gereklidir. Bunu sağlayan okuldur. Ancak bu yolla, girişilecek her türlü işin usa uygun sonuçlara ulaştırılması gerçekleşmiş olur”(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 43)
1
Atatürk’ün okulların önemine dikkat çekmesi tarihi bir gerçeği de ifade etmektedir. Bu sözleri söyleyen kişi Osmanlı’nın yıkılışına tanıklık eden, imparatorluğun eğitimsizliğini, okulların yetersizliğini gören bir Osmanlı paşasıdır. Bu yüzden Atatürk için okulların değeri hepimizin verdiği değerden daha büyüktür.
Büyük gazi öğretmenliğin ve okulların önemini anlattıktan sonra konuşmasını şu cümlelerle bitirmiştir:
”Bayanlar, Baylar!
Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için, yalnız ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız, yaşatacaksınız ve kesinlikle başarıya ulaşacaksınız. Ben ve sarsılmaz inançla bütün arkadaşlarım, sizi izleyeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız.”(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 46)
ataturk_geometri
Bu sözler, Atatürk’ün eğitime bakışının özeti gibidir. Atatürk için eğitim, cahilliğe karşı kazanılması gereken bir savaştır. Sakarya gibi… Büyük taarruz gibi milleti bağımsızlığına kavuşturacak bir savaş… Öğretmenler ise bu kutsal savaşın kutsal askerleri, muzaffer olmaya and içmiş komutanlarıdır.
Atatürk’ün eğitimi bir savaşa benzettiği konuşmalardan biri de 24 Mart 1923 tarihinde Kütahya Lisesinde öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmadır. Türk milletinin büyük kurtarıcısı eğitimin cehalete karşı bir savaş olduğunu şöyle ifade etmiştir:
”Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.
Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.
Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.” (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi sayı : 72-79 Menteş Kitabevi, 2003 s.9)
Öğretmenleri ”irfan ordusu” olarak tanımlayan Gazi konuşmasının devamında öğretmenlerin devletin geleceği için ne kadar önemli olduğunu şu cümlelerle anlatmıştır:
”Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır. Milletimizi geçek mutluluğa, kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkar edemeyiz (Nazife Güngör – Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze dil, kültür, eğitim Gazi Üniversitesi, 2007 s.159)
1
Birçok konuşmasında tarihi gerçeklerden örnekler vererek konuşan Atatürk, öğretmenlere görevlerinin ne kadar kutsal olduğunu anlatırken Osmanlı’nın eğitime önem vermediğini söyleyerek tarihten ders çıkarılması gerektiğini söylemiştir.
”Eski idarelerin en büyük kötülüklerinden biri de irfan ordusuna layık olduğu önemi vermemeleridir. Eğer önem verilseydi, geleceği emanet ettiğimiz sizlere, gelecek kadar güvenilir bir mevki verilmesi gerekirdi.”(Nazife Güngör – Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze dil, kültür, eğitim Gazi Üniversitesi, 2007 s.159)
Savaşın en zor günlerinde bile maarif kongresi düzenleyen, ziyaret ettiği her okulda eğitimin önemini anlatıp ”asıl zaferi siz kazanacaksınız” diyen tevazu sahibi bir lider… Onu çağdaşı olan liderlerden ve günümüzdekilerden ayıran en önemli özelliği bir asker olarak eğitimi silahlı savaştan üstün görmesidir.  Eğitime ne kadar ciddiyetle yaklaştığını gösteren bir anı şöyledir:
Kurtuluş savaşı kazanılmış, Yunan ordusu İzmirden denize dökülmüş, İzmir büyük kurtarıcısını misafir etmektedir. Kurtuluş savaşının kadın kahramanlarından Halide Edip bir akşam yemeğinde Gazi’ye yaklaşarak ”Paşam, hayatınızın en büyük mücadelesini, nihayet tarihin kaydettiği en büyük bir zaferle, büyük başarılarla bitirdiniz, ne kadar bahtiyarsınız kimbilir?” der. Atatürk, Halide Edip’in övgüsüne gülümseyerek şöyle cevap verir:
”Halide Hanım, mücadelemizin bence en küçük kısmını bitirdik. Geri kalmış halkımızın yetiştirilmesi ve milletimizin Batı medeniyeti seviyesine ulaştırılması için asıl ve büyük mücadelemize şimdi başlıyoruz.” (Burhan Göksel, Atatürk ve Türk Çocuğunun Eğitimi ve Öğretimi, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı: 71, 1973, s. 34)
1
Türk milletini batı medeniyeti seviyesine yükseltmeyi Cumhuriyetin ilanından çok önce kafasına koyan Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra da birçok konuşmasında eğitimde öğretmenlerin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu dile getirmiştir.  Örneğin 25 Ağustos 1924’te, Ankara’da, toplanan Muallimler Birliği Kongresi’nde öğretmenlere şu konuşmayı yapmıştır:
“Muallimler,
Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr muallim ve mürebbileri, sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip (orantılı) bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu evsâf ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. Mümtaz vazifenizin ifasına âli himmetlerle hasr-ı mevcudiyet edeceğinize asla şüphe etmem.” ( Galip Karagözoğlu, “Atatürk İnkılâbının Yerleşmesinde ve Gerçekleşmesinde Eğitimin Rolü ve Yeri”, Atatürkçülük (II. kitap), Ankara 1983, s. 13)
Eğitim hakkındaki tüm konuşmalarında batılılaşmayı örnek gösteren Atatürk’ün batıdan kastettiği kesinlikle batı taklitçiliği değildir. Ona göre eğitim her şeyden önce milli olmalıdır. Bir konuşmasında eğitimin milli karakter niteliği taşıması gerektiğini şöyle anlatmıştır:
“Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile tearuz eden (ters düşen) bilûmum yabancı anasırla (unsurlarla) mücadele lüzumunu ve efkâr-ı millîyeyi kemâl-i istiğrak ile (millî duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla) her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârlıkla müdafaa zarureti telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün kuvâ-yı ruhiyesine (manevî gücüne), bu evsaf (özellik) ve kabiliyetin zerki (aşılanması) mühimdir. Daimî ve müthiş bir cidal (mücadele) şeklinde tebarüz eden (beliren) hayat-ı akvamın felsefesi (milletlerin hayat felsefesi), müstakil ve mesud kalmak isteyen her millet için bu evsafı (özelliği) kemâl-i şiddetle (büyük bir arzu ile) talep etmektedir.”(Saim Sakaoğlu, “Türk Gençliğinin Kültür Problemleri ve Atatürk”, Atatürk Gençlik ve Kültür, Konya 1990, s. 19)
Batılılaşmayı sadece çağın ilmine bilimine sahip olmak olarak gören Atatürk için Türk çocuğunun eğitimindeki en önemli şey milli bir eğitim görmesidir. Bu düşüncesi onun eğitime kuru kuruya bir tahsil görmek olarak yaklaşmadığını göstermektedir. Eğitimin milli olmadıktan sonra bir işe yaramayacağını, hatta millete zarar vereceğini şu cümlelerle ifade etmiştir:
“Efendiler!
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, ananat-ı millîyesine (millî geleneklerine) düşman olan bütün anasırla (unsurlarla) mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir (alkışlar). Beynelmilel vaziyet-i cihana göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anasır-ı ruhiye ile mücehhez (dünyada milletlerarası duruma göre, böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip) olmayan ferdlere ve bu mahiyette ferdlerden mürekkeb cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur.” (Ayten Sezer –Atatürk döneminde yabancı okullar, 1923-1938  Atatürk Kültür, Dil, ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999 s.18)
Atatürk, eğitimde batıyı işaret ederken kastettiği şey ilim ve fendir. Eğer o günün koşullarda ilim ve fen doğuda olsaydı doğululaşmaktan bahsedecekti. Bu yüzden Atatürk’ün eğitime bakışı Hz. Muhammed’in ”İlim Çinde olsa gidip alınız” hadisiyle bire bir örtüşmektedir. Bir konuşmasında peygamberin bu hadisini hatırlatarak şöyle demiştir:
“Gözlerinizi kapayıp herkesten soyut yaşadığımızı farzedemeyiz. Ülkemizi bir çember üzerine alıp dünya ile ilişkisiz yaşayamayız. Tam tersine gelişmiş, uygarlaşmış bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız Bu hayat ancak ilim, ve fen ile olur. İlim ve fen nerede .ise oradan alacağız, ve bireylerin kafalarına koyacağız.” (Seyit Kemal Karaalioğlu –  Resimlerle Atatürk: Hayatı/İlkeleri/Devrimleri Inkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul, 1981, s.303)
Türk milletinin kurtarıcısı, ulu önder Atatürk’ün eğitim hakkındaki sözlerine baktığımızda şu sonuca varmak mümkündür. Büyük gazi için eğitim cehalete karşı kutsal bir savaştır. Bir milletin tam anlamıyla bağımsız olabilmesi için cahilliği yenmesi gerekir.Cehaletten kurtulamayan toplumlar ne kadar askeri başarılar kazanırsa kazansın bağımsız olamazlar. Cehaleti yenecek eğitim ise ancak ilim ve fenni kurallara uygun milli karakterde bir eğitim sayesinde gerçekleşebilir. Bu düşüncelere sahip olan kişi hayatının yarısı cephelerde geçen büyük bir gazi Mareşaldir. İşte bu düşünceleri yüzünden o Türk milletinin başkomutanı olmanın yanında baş öğretmeni olmuştur
TIBBIYELİ HİKMET

Bir Cevap Yazın

Pin It on Pinterest